25 Ekim 2015 Pazar

Hastane ve Doktor Seçimi

Glokom hastasıyım, hangi doktora veya hastaneye gitmeliyim? Hastane ve doktor seçiminde nelere dikkat etmeliyim? Tedavi ücretleri nedir, nasıldır? Sigortam tedaviyi karşılar mı? Sadece glokom için değil, hemen her hastalıkta sorulan bu sorular, tedavi sürecine başlayacak olan glokom hastaları tarafından sıklık soruldu bana.

Açıkçası ben Türkiye’de sağlık sektöründeki özel kurumların hiçbirine güvenmiyorum. Hem işimle ilgili olarak çok fazla içlerine girip çıktım, hem de kendi deneyimlerimin dışında yakın arkadaşlarımın yaşadıklarına tanık oldum. Bu nedenle özel hastanelerin hiçbirine, hiçbir şekilde güvenmiyorum. Çünkü özel hastaneler bizleri birer hasta olarak değil, tam anlamıyla müşteri olarak görüyor. Onlar açısından öncelikli konu hastanın sağlığı değil, kurumun para kazanabilmesi. Bu nedenle de hiç gerek duyulmayan testler, gereksiz ameliyatlar vb yapıp yüklü bir fatura çıkarabiliyorlar. Hatta hiç yapılmamış işlemleri bile yapılmış gibi gösterip, hastadan bu ücreti tahsil etmeye çalışan özel hastaneler olduğunu biliyorum. Üstelik de Türkiye’de çok büyük üne sahip olan kurumlardan söz ediyorum.

Glokom tedavisi için hiçbir özel hastaneye gitmedim. Giden arkadaşlarımdan edindiğim bilgilere göre, SGK’li hastalar, glokom tedavisinde özel hastanelerden ücretsiz olarak yararlanamıyor. Bir özel hastaneden telefonla aldığım bilgide söylenene göre, SGK’li hastadan alınan fark ücreti, hemen hemen sigortasız hastadan alınan ücrete yakın bir seviyede olabiliyormuş. Film çekiminden, diğer ölçüm ve testlerden alınan katkı payları da, yine yüksek meblağlara ulaşabiliyor. Özel sağlık sigortası olanlar bu konuda daha şanslı. Ama yine de tedaviye başlamadan önce sigortanın neleri kapsayıp neleri kapsamadığını ve hastanenin özel sağlık sigortası olanlardan ücret talep edip etmeyeceğini en başından hastaneyle konuşmak gerektiğini belirtiyor bir başka arkadaşım. Bu konuda onun da ağzı yanmış zira.

Burada bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum: Sigortalı olduğunuz için sizin cebinizden herhangi bir ücret çıkmayacak bile olsa, sonuçta hastane o parayı sigorta şirketinden veya devletten alacağı için, size gereksiz bir sürü işlem yapabilecektir yine de. Bunun örneklerine bizzat tanıklık ettim. Gözle ilgili bir sorun yaşayan arkadaşımın babası için bir özel hastane ameliyat yapılması gerektiğini söyleyip astronomik rakamlar isterken, bir başka hastane hiç böyle bir ameliyata gerek olmadığını belirterek tedaviyi ilaçlarla sürdürdü. Yani “Nasıl olsa parası benim cebimden çıkmıyor” diye düşünmemek gerek. Bu tür işlemler sizin özel sağlık sigortanızı (hastalık kapsamı, primler vs) etkilediği gibi, gereksiz bir ameliyatla sağlığınıza da çok ciddi zararlar verebilir.

Tüm bunlara rağmen “Yok, ben ille de özel hastaneye gitmek istiyorum” diyorsanız, bu alanda zaten isim yapmış kurumlar belli. İstanbul için konuşursak, en bilineni Dünya Göz Hastanesi. Ben burayı sadece 7/24 açık olduğu için, acil durumlarda göz tansiyonumu ölçtürmek için kullanıyorum. Ücretsiz göz tansiyonu ölçümü yapılıyor günün 24 saati. Tabii her şubesinde değil. Altunizade ve Ataköy şubeleri 24 saat açık kesin olarak bildiğim. Buraya glokom şüphesiyle giden bir arkadaşımın aylarca çeşitli testlerden geçtiğini, her gidişinde 1.000-.1500 TL gibi ödeme yaptığını (sigortası yok), hâlâ durumunda bir netlik olmadığını biliyorum. Başka iki arkadaşım da glokom tedavisi için gidiyor. Biri gayet memnun olduğunu söylüyor. Açık açılı glokom olduğundan, zaten göz damlalarıyla hiç zorlanmadan kontrol altına alınabildi tansiyonu.

Sadece glokom için değil, hemen her hastalık için önerim, ya üniversite hastaneleri, ya da eğitim ve araştırma hastaneleri. Glokom özelinde konuşursak, devlet hastanelerinin göz hastalıkları servisinde glokom tedavisi için yeterli donanım zaten bulunmuyor. Dolayısıyla glokom hastalarına yapabilecekleri pek bir şey yok. Bu durumda, yaşadığınız yerde veya en yakın yerdeki üniversite hastanesi göz polikliniklerini tercih edebilirsiniz. Bir diğer alternatif de, bahsettiğim gibi eğitim ve araştırma hastaneleri.

Bizzat gittiğim, tedavimin yapıldığı iki hastane var: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Polikliniği ile Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi


Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İlk akut ataklarımı geçirdiğimde (Ekim 2012) Bursa’daydım. Evim de üniversiteye yakın olduğu için burayı tercih etmiştim. İlk müdahale ve sonrasında bir süre kontrollerim burada yapıldı. Üniversite hastanesi olduğu için, ticari hiçbir kaygı taşımıyorlar ve hastayı sadece hasta olarak görüyorlar. Bursa’da yoğun bir nüfus da olmadığından, hastane fazla kalabalık da değil. İlk olarak asistan hekimler ilgileniyor hastayla. Sonra hocaları; yardımcı doçent, doçent, profesör doktorlar bakıyor durumunuza göre. Aynı anda başınızda 4-5 doktor görmeniz mümkün. Kendinizi gerçek anlamda özel hastanede gibi hissedebiliyorsunuz. Burada asistan hekimlerin eğitimi verildiğinden, hastalığınızla ilgili detaylı inceleme vs yapılıyor. Yani ne sıradan devlet hastanelerindeki gibi bir an önce muayeneyi bitirip sıradaki hastaya bakma telaşı var, ne de özel hastanelerdeki gibi hastayı müşteri olarak görüp gerekli gereksiz testlerle parasını alma eğilimi. SGK’li hastalar, sadece devletin belirlediği cüzi bir katkı payını ödüyorlar eczanede. Sigortası olmayan ücretsiz hastalar için de muayene ücretleri çok çok düşük. Ancak diğer testler ve olası operasyonlar için ek ücret verilip verilmediğini bilmiyorum. Kulak misafiri olduğum bir konuşmada, son derece düşük ücret ödendiğini söylediklerini anımsıyorum. Bu konuda hastane telefonundan gerekli bilgi alınabilir. Web sitesini ziyaret etmek burayı tıklayın 


Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi: Bursa’dan İstanbul'a döndükten sonra hastane araştırmaya başladığımda, tesadüfen buldum burayı. Yaklaşık 11 aydır sık sık gitmek zorunda kaldığım hastane için şunu söyleyebilirim ki, tercih edilecek en iyi göz hastanesi burası. Doğrudan devlete bağlı olduğu için SGK geçiyor ve devletin belirlediği katkı payından başka herhangi bir ücret ödenmesi söz konusu değil. Şimdiye dek çeşitli testler ve birkaç kez lazer operasyon geçirdim, bunların hiçbirine ekstradan ücret ödemedim. Zaten bilindiği gibi SGK’li hastalardan hastanede ücret alınmıyor, ödemeyi eczaneye yapıyorsunuz. Standart reçete parası ve katılım bedeli için ödediğim meblağlar oldukça düşük. Sigortasız hastaların da aynı şekilde çok cüzi ücretler ödediğini biliyorum. Hastanede her türlü donanım var. Ayrıca hekimleri de gerçekten çok çok iyi. Gözle ilgili sorunu olan tüm tanıdıklarıma, hiç tereddütsüz önerdiğim hastane burası. Web sitesi için burayı tıklayın

Burayla ilgili daha detaylı bilgilerin yer aldığı başlı başına bir yazı yazacağım ayrıca.

Bunların haricinde tedavi için bir seçenek daha var: Özel muayenehane. Bana kalırsa, devlete bağlı hastanelerin kalabalığından ve başka nedenlerden ötürü buraları tercih etmeyenler için, özel hastanelerden çok daha iyi bir seçenek özel muayenehane. Elbette özelde her doktora güvenmek mümkün değil ama ille de özel isteyenler için daha iyi bir seçenek gibi geliyor bana. Bu konuda ününü duyduğum, bir ki arkadaşımdan olumlu referans aldığım, araştırmalarımda da gördüğüm bir isim önerebilirim: Dr. Şükrü Bayraktar. Kendisi, Beyoğlu Göz Hastanesi’nin eski hekimlerinden biri. Uzmanlık alanı glokom. 1996 yılında ABD’nin Boston şehrinde Tufts Üniversitesine bağlı “New England Medical Center” glokom bölümünde dünyadaki ilk “Optik Koherens Tomografi-OCT” cihazının geliştirilmesi ve glokomun erken dönemde teşhisi ile ilgili çalışmalar içinde yer aldı. 1997 yılında dünyada üretilen ilk OCT cihazlarından birini Türkiye’ye getirterek glokomda erken teşhis için kullanmaya başladı. 1997 yılında Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Göz Kliniği Şef Yardımcısı oldu. Görevden ayrıldığı 2008 yılına kadar Glokom biriminin sorumlusu olarak çalıştı ve elliyi aşkın Göz Hastalıkları Uzmanının yetişmesine katkı yaptı. Şükrü Bey’in özgeçmişiyle ilgili daha detaylı bilgi almak için burayı tıklayın 



AVANTAJLAR – DEZAVANTAJLAR
Genel olarak hastane ve doktor seçimine dair gözlemlerimi aktarıp önerilerimi sıraladım. Tabii özel sektör ile devlete bağlı kurumlar arasında çeşitli avantajlar ve dezavantajlar da var. Kısaca bunlara değineyim.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, özel sektör bizleri hasta olarak değil, müşteri olarak görüyor. Böyle olunca da kişisel olarak özel sektöre olan güvenim tamamen bitiyor. Devlete bağlı kurumların (üniversite hastaneleri, eğitim ve araştırma hastaneleri) hastaya olan yaklaşımı çoğunlukla tıbbi çerçevede ve güven verici şekilde olsa da, özellikle İstanbul'daki hastanelerde kimi zorlukları da var. Devlet kurumlarının en büyük dezavantajı, hiç şüphesiz ki kalabalık oluşları. Bu, hastanede görev yapan hekimlerin de çok yoğun ve hızlı bir şekilde çalışmasını gerektiriyor. Dolayısıyla bir hastaya uzun uzun ayıracak vakitleri olmuyor. Bir an önce savmaya çalıştıklarını söylemiyorum kesinlikle. Bendeki gibi kronik durumlarda sorunu çözmek için tüm gün uğraşabiliyorlar da. Ancak aynı bölümde birden fazla uzman hekim ve asistan hekim olmasından ötürü, tedaviye sürekli aynı hekimle devam etme şansınız pek olmuyor. Kimi zaman da her hekime aynı bilgiyi tekrar anlatmanız gerekebiliyor. Böyle olunca da, hastalığınıza ve tedavi sürecinize tam anlamıyla vakıf olan bir hekim olmuyor. Ancak dosyanızda yer alan bilgilerden yapılabiliyor takibiniz. Oysa özel muayenehanede böyle bir sorun yok. Sürekli aynı hekimle görüştüğünüzden, size yapılan her şeyi tüm detaylarıyla biliyor. Günün her saati acil bir durumla karşılaştığınızda, telefonla ulaşıp bilgi vermek/almak gibi de bir avantajı var. Muayene sırasında zaman sorununuz da olmadığından, tüm sorularınızın yanıtlarını alabiliyorsunuz. Devlet kurumlarında bu şansınız pek olmuyor. Elbette özel muayenehanede sigorta geçmiyor. Bu da, uzun süreli tedavilerde çok ciddi bir maliyet demek.

Tedavi süreci için doktor ve hastane önerilerim aşağı yukarı böyle. Tedaviye başlamadan önce tüm bunları göz önünde bulundurmanızın, yararınıza olacağına inanıyorum. Tedavi sürecinin nasıl ilerlediği, neler yaşandığı, nelere dikkat edilmesi gerektiği konularına da ilerleyen yazılarımda değineceğim.

Glokom Tedavisi

Hastalığımız teşhis edildi ve tedaviye başlayacağız. Peki, glokom tedavisi nasıl olur? Tedavi edilebilen bir hastalık mıdır? Glokom tedavisinde nelere dikkat etmeliyiz?

Glokom, ne yazık ki geriye dönük olarak tedavi edilen bir hastalık değil. Yani yükselen tansiyon sonrası hasar gören sinir hücrelerinin yol açtığı görme kaybı, geriye döndürülemiyor. Glokom için uygulanan tedavi yöntemleri, hastalığın ilerlemesini önlemeye yarıyor. Tedavideki amaç, tansiyonun yükselmesini önlemek diyebiliriz kısaca. Dolayısıyla glokom teşhisi konmuş bir hastanın, bu hastalığa hiç yakalanmamışçasına kurtulma ve iyileşme şansı, günümüz koşullarında yok ne yazık ki. Glokom teşhisi konduktan sonra hangi tedavi yöntemi uygulanırsa uygulansın, tansiyonunuz dengelenmiş bile olsa, ömür boyu kontrol altında olmak zorundasınız.


Öncelikle, genel olarak glokom tedavisi için üç yöntem vardır. Bunlar;

1) İlaçla tedavi

2) Lazer operasyon

3) Cerrahi operasyon


İLAÇLA TEDAVİ: Burada ilaçtan kasıt, çoğunlukla göz damlalarıdır. Bunun dışında göz içi basıncını (GİB) düşürmek için kullanılan bir hap var. Hekiminiz, hastalığınızın durumuna uygun olarak size çeşitli damlalar önerir. Glokom tedavisinde kullanılan damlaların isimleri az çok biliniyor olmasına rağmen, ben burada herhangi bir ilaç ismi vermekten özellikle kaçınmayı tercih ediyorum. Zira her hastanın durumuna uygun olarak kullanması gereken damlaları, hastanın tedavisini yürüten hekim söylemelidir. Damla veya ilaç ismi vererek, hekim kontrolü dışında bir şey kullanılmasına sebep olmak istemiyorum.

Hekiminizin vereceği damlalar, genellikle GİB’nı düşürerek, tansiyon değerinizi dengede tutar. Bunun dışında GİB’nı düşürmek için kullanılan bir hap var. Bu hapı çok uzun süre kullandırmıyor hekimler genelde. Aniden yükselen ve/veya damlalara rağmen tansiyonun düşmediği durumlarda kullanılıyor. Bir de yine yüksek tansiyon değerlerinde GİB’nı düşürmek için hastaya serum bağlanabiliyor.

Genellikle ilk tercih olarak prostaglandin denilen ilaç grubu kullanılır. Bu gruptaki göz damlaları göz sıvısının gözü terk etmesini kolaylaştıran yeni kanallar açarak göz tansiyonunu %25-30 oranında düşürürler. En önemli avantajları kalp ve akciğer gibi iç organlar üzerinde yan etkiler oluşturmamalarıdır.

Etkinlik açısından ikinci sırada beta blokerler bulunur; bunlar göz içi sıvısının çıkışını değil de göze girişini (yapımını) azaltarak göz tansiyonunu %20-25 oranında düşürürler. Bu moleküller gözde önemli bir yan etki oluşturmazlar, ancak kalpte tekleme, nabız sayısında azalma ve nefes darlığı gibi yan etkileri görülebilir. Bu nedenle kalp yetmezliği ya da astım bronşit durumlarında kullanılmamaları gerekir.

Farklı göz damlaları birlikte kullanılsa bile genellikle göz tansiyonu %40’tan fazla düşürülemez. Bu nedenle örneğin göz tansiyonu 35 olan bir gözde elde edilecek maksimum düşüş 35 × 40/100 = 14 olacaktır, tansiyon 21’e inecektir.

İlaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda ise lazer operasyon veya cerrahi operasyon seçenekleri devreye giriyor.


LAZER OPERASYON: Uzmanlar, dar açılı glokomda lazerin ilk seçilmesi gereken tedavi yöntemi olduğunu söylüyor. Bu özel glokom türünde göz içi sıvısının göz içinde dolaşımı ile ilgili bir sorun vardır, genellikle hipermetrop olan bu gözler nispeten kısa olup göz mercekleri normale göre kalın ve ön kamara denilen odacıkları dardır. Arka kamarada (odacıkta) üretilen sıvı yeterli miktarda öne geçemez ve irisin (renkli tabaka) arkasında birikerek onu öne doğru bombeleştirir ve sıvının gözü terk ettiği kanalların ağızlarının kapanmasına neden olur. “Lazer iridotomi” denen tedavi ile iriste küçük bir delik açılır, bu delik ikinci bir göz bebeği gibi işlev görür. Böylece göz içi sıvısının bozulmuş olan dolaşımı düzeltilir, odalar arası geçiş sağlanarak iristeki öne doğru bombeleşme ortadan kaldırılır ve boşaltım kanallarının ağzı açılmış olur. İşlem damla anestezisi ile oturur vaziyette muayene odasında (ameliyathanede değil) gerçekleştirilir, bir iki dakikada tamamlanır, göz kapatılmaz. Önemli bir yan etkisi yoktur. İşlem sırasında ve sonrası minimal ağrı, batma görülebilir.

Ben iki farklı lazer operasyon geçirdim. Bunlardan ilki, iridotomi denen işlemdi. İridotomi, yukarıda da anlatıldığı gibi, lazerle irise (gözün renkli kısmı) delik açma işlemi. Ancak her tedavi yönteminde olduğu gibi, iridotomi de kesin olarak çözüm olmayabiliyor. Bu, tamamen hastanın ve hastalığın durumu ile ilgili. Bazen ikinci, hatta üçüncü iridotomi yapılması gerekebiliyor.

Bunun dışında bir de Argon Laser Periferal İridoplasti (ALPİ) denen bir başka lazer operasyon çeşidi var. Hekimlerin söylediğine göre akut kapalı açılı glokom tedavisinde uygulanan bir yöntem ALPİ’de, bu kez gözün üst kısmına, kapalı olan kanalın açılması için bir işlem uygulanıyor. İridotomiden yeterli sonuç alınamayınca, ALPİ yapılmasına karar verdi doktor.


İridotomiye dair daha detaylı bilgiyi, sonraki yazılarımda bulabilirsiniz.


CERRAHİ OPERASYON: İlaçla ve/veya lazer operasyonun yeterli gelmediği durumlarda ise cerrahi operasyon kaçınılmaz oluyor. Adından da anlaşılacağı üzere, ameliyathanede operatör doktor tarafından gözünüz ameliyat ediliyor.

Cerrahi operasyonun çoğunlukla 65 yaş üstü hastalarda tercih edildiğini, böyle bir ameliyat için yaşımın (39) çok genç olduğunu söylüyor hekimim.

Sayılan bu üç tedavi yönteminden cerrahi operasyon hariç, diğerlerini son 10 aydır denedik, deniyoruz. Bunlara dair yaşadıklarımı da yine ilerleyen yazılarımda bulacaksınız.

Buraya kadar kısaca ve genel hatlarıyla glokom hastalığının ne olduğuna ve tedavi yöntemlerinin neler olduğuna değindim. Tabii bunlar, hastalığı genel olarak tanımlamak için yapılan anlatımlar. Her glokom hastasının kendine özgü durumu vardır ve bir hastanın deneyimi ile başka bir hastanın deneyimi, birbirinden çok farklı olabilir. Bu konu üzerine ayrıca başlı başına bir yazı yazacağım.


23 Ekim 2015 Cuma

Glokom Nedir?

Glokom Nedir
Glokomla ilgili internetten yapılan araştırmalarda, hastalığın tanımı genelde “göz tansiyonu”, “halk arasında bilinen adıyla karasu” şeklinde çıkıyor karşımıza. Aslında bu tanımlar, halkın rahatça anlayabilmesi için basitçe anlatıyor hastalığı. Yani “göz tansiyonu = glokom” gibi bir denklem, tam olarak doğru değil. Glokomun göz tansiyonunu yükselttiği doğru olmakla beraber, göz tansiyonunun yükselmiş olmasının ille de glokom kaynaklı olmayabileceğini söylüyor hekimler. Aynı şekilde tam tersine, glokom hastalığında her zaman çok yüksek tansiyon değerleri de görülmeyebiliyor. Öyleyse glokom nedir?


Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu besinler ve oksijen, damarlarımızda dolaşan kan aracılığıyla iletilir hücrelere. Gözümüzün ön kısmında “kornea” ve “göz merceği” isimli iki önemli doku bulunur; keskin ve net bir görüş için ışığın bu dokulardan hiç kayba uğramadan geçmesi gereklidir, bu nedenle bu dokularda kan damarları bulunmaz. Bu yüzden, buradaki dokulara besinlerin ve oksijenin iletimi ile atık maddelerin tahliyesi kan yerine “göz içi sıvısı” denen özel bir dolaşım sistemiyle sağlanır. Bu sıvının, her iki saatte bir, gözden atılması gereklidir. Sıvının göz içine girmesinde bir sorun yoktur. Ancak çeşitli nedenlerle gözden tahliye edilemez ve gözde birikir. Bu durum, göz içi basıncının (GİB) artmasına neden olur. Bizim tansiyon dediğimiz şey, tam olarak GİB değeridir.


Göz içi sıvısının tahliye edilememesiyle artan göz içi basıncı

Kısaca özetlersek; göz içi sıvısı çeşitli nedenlerle gözden dışarı atılamadığı için göze bir basınç uygular ve bunun sonucunda göz tansiyonu yükselir. 

Göz içi sıvısı göze basınç uyguladıkça, göz sinirlerinde hasar meydana gelir ve oluşan bu hasar, kalıcı görme kaybına yol açar. Yani yükselen GİB sonunda gözdeki sinir hücrelerinin kaybı sonucu oluşan hastalığa GLOKOM denir.


GLOKOM BELİRTİLERİ

Glokom, tüm uzmanların söylediği gibi son derece sinsice ilerleyen ve neredeyse son âna kadar kendisini belli etmeyen bir hastalıktır. Rutin yapılan göz muayeneleri sırasında göz tansiyonunun yüksek olduğu belirlenmemişse, genellikle glokomdan şüphelenilmez. Uzmanlar, glokom belirtilerini şu şekilde sıralıyor:

Glokom, sıklıkla belirti vermez. Bilhassa açık açılı glokom ağrısız ve yavaş seyreder, bu sebeple erken farkına varılmaz. Hasta, görmesinde azalma hissettiğinde hastalık genellikle ileri safhalara gelmiştir. Tedavi başlanmazsa görme alanı bir tünelden bakıyormuş gibi daralabilir. Bu safhada da tedavi edilmezse kalan görme de kaybolur. Akut kapalı açılı glokomun belirtileri anidir: bilhassa gece bulanık görme, gece ışıklar etrafında haleler görme, görme alanı içinde bazı bölgeleri görememe (kör noktalar), normalde şeffaf bir doku olan korneanın bulanması, gözde ağrı ve kızarıklık, başağrısı, bulantı, kusma ve halsizlik belirtilerini gösterir.

Bende başağrısı veya benzer bir belirti görülmemişti. Olduysa da, böyle bir hastalığın varlığından bile haberim olmadığı için hatırlamıyorum. Ben, ilk kez 2012 yılının yaz başında, aniden gelen bir göz kararmasıyla beraber ani bir görme kaybı yaşadım. Bir gece koltukta otururken hızla kalktığımda, sağ gözümde bir kararma oldu ve görüntü tamamen gitti. Ani harekete bağlı olarak vücut tansiyonunun oynamasına bağladım bu durumu. Gece yatıp uyuduğumda, sabaha normal bir şekilde uyanmıştım. Bir ay kadar sonra aynı durum tekrar etti. Yine ciddiye alınacak bir şey olmadığını düşünüp üzerinde durmadım. Ekim ayında ise durum epey tehlikeli hale gelmişti benim açımdan. Yine bir gece balkonda laptop’ımla oturuyordum. Balkon ışığı da kapalıydı. İçeri geçmek için aniden kalkınca, aynı şekilde önce bir göz kararması geldi. Gözüme bir perde inmiş gibi gitti görüntü. Sağ gözüm, sadece nokta şeklinde ışıkları seçebiliyordu, bunun dışında tamamen simsiyahtı her şey. O gece de, sabaha geçeceğini düşünerek uyudum. Ertesi sabah kalktığımda kıpkırmızı ve şişmiş bir göz ve şiddetli bir göz ağrısıyla uyandım. Sonra hemen hastaneye gittim ve glokom teşhisi ilk olarak o gün koyuldu. Bunun detaylarını başka bir yazıda anlatacağım.


GLOKOM TÜRLERİ

Uzmanlar, glokomun iki türlü olabileceğini söylüyor:

1) Açık açılı glokom

2) Dar açılı glokom

Glokomun en sık görülen türü, açık açılı glokomdur. Tüm glokom hastalarının dörtte üçünde açık açılı glokom türü görüldüğünü söylüyor uzmanlar. Dar açılı glokom ise daha seyrek görülen bir glokom türüdür.

Bende görülen şekli için, ilk gittiğim hastanede “kapalı açılı”, “daha sonra tedavimi sürdürdüğüm hastanede ise “dar açılı” tanımları kullanıldı.

Dr. Şükrü Bayraktar, her iki glokom türünü şu şekilde anlatıyor;

Erişkinlerde görülen glokom hastalığını “açık açılı” ve “dar açılı” olarak ikiye ayırmak mümkündür. Daha sık görülen (tüm glokomların yaklaşık dörtte üçü) “açık açılı” glokomda sıvının çıktığı kanal sistemi muayene edildiğinde normal (açık) olduğu saptanır, ancak mikroskobik düzeydeki bozukluklar sıvının gözü terk etmesini zorlaştırmakta ve sonuçta göz tansiyonu yükselmektedir. Nispeten seyrek görülen “dar açılı” glokom ise genellikle hipermetrop gözlerin hastalığıdır, nispeten küçük olan bu gözlerde göz içindeki sıkışıklıktan dolayı göz içindeki sıvının göz içinde serbestçe dolaşımı engellenmekte ve sıvının gözü terk ettiği kanallar tıkanmaktadır. Sonuçta sıvı kanallarının tamamen devre dışı kalmasına bağlı olarak göz tansiyonu çok aşırı yükselip (göz tansiyonu krizi) çok kısa süre içinde kalıcı görme kaybı oluşturabilmektedir. Bu tür gözlerde eğer tam olarak kriz yoksa açık açılı glokom hastalarında olduğu gibi hiçbir belirti olmayabilir, bazen göz çevresinde ağrı ya da bir ışık kaynağına bakıldığında renkli haleler görülmesi söz konusu olabilir. Arzu edilmeyen böyle bir durumun ortaya çıkmaması için kriz riski taşıyan gözlerin saptanması çok önemlidir. Bunun için sadece göz tansiyonu kontrolü yeterli olmayabilir, şüphelenilen durumlarda mutlaka deneyimli bir uzman tarafından kanal sistemi özel bir mercekle muayene edilerek (gonyoskopi) riskli bir durum olup olmadığının kesin olarak ortaya konması gerekir.

Glokom teşhisi, tedavisi vs üzerine tıbbi bilgiler birçok özel hastane ve doktorun web sitesinde benzer şekilde yayınlandığından, aynı bilgileri buraya kopyalama gereği duymuyorum. Tedavi sürecini, tedavi için doktor veya hastane seçimini, ilerleyen yazılarımda anlatacağım. Glokoma dair tıbbi bilgi almak iki kaynak önerisinde bulunabilirim;


1) Beyoğlu Göz Hastanesi sitesi için burayı tıklayın 

2) Dr. Şükrü Bayraktar web sitesi için burayı tıklayın