13 Şubat 2022 Pazar

Glokom Ameliyatı Oldum


Son blog yazımın üzerinden 6 sene 3 ay gibi bir süre geçmiş. Bu bloga bir şekilde denk gelip bana ulaşan, sorular soran çok kişi oldu. Bunca yıldır yazmamış olmama rağmen de hâlâ soruluyor. Bu nedenle hem güncel bilgileri aktarmak hem de sıklıkla sorulan soruları yanıtlamak istedim. 

Aslında bu blogu açarken niyetim, yaşadıklarımı ayrı ayrı yazmak, her olayla ilgili ayrı ayrı bilgi vermekti. Ancak aradan 6,5 seneye yakın zaman geçtiği için geriye dönük olarak böyle bir şey yapmam pek mümkün değil. Anlatmak istediklerimi ve bazı önemli detayları tek başlık altında toplayacağım. Tüm glokom hastaları için önemli olabileceğini düşündüğüm bilgiler paylaşacağım.

Kendi sürecimi en başından anlatayım öncelikle. 2012 yılında sağ gözümde aniden bulanma ve şaşılığa benzer bir his başlamıştı. Bir gece kitap okurken oldu bu. O güne dek glokom teşhisi konmuş değil, ben de böyle bir hastalığı bilmiyordum bile. Göz tansiyonum yükselmiş ve akut atak geçiriyormuşum. Bilmiyordum. Gözlerimi çok yorduğumu düşünüp kitabı bıraktım, uzanıp gözlerimi kapattım. Sabah düzelmişti. İki üç ay sonra yine benzer bir şey oldu, yine gözümü yorduğumu düşünüp gözlerimi kapattım, uyudum. Sabah yine bir şey kalmamıştı. İki kez yaşamış olmama rağmen de doktora gitme gereği duymamıştım. Birkaç ay sonra bir gece balkonda oturmuş telefona bakıyordum. Balkonun ışığı kapalı, karanlık ortamda telefon ekranına bakıyorum. İçeri girmek için aniden ayağa kalktım da başım hafifçe döndü ve sağ gözümde görüntü gitti. Perde inmiş gibi mi desem, kararma mı desem, bilemiyorum. Yatıp uyursam yine sabaha bir şey kalmaz diye düşündüm. Sabah kalktığımda gözüm tamamen kızarmış, kanlanmış, hatta şişmişti ve görünü yoktu. Acilen hastaneye gittim ve glokom teşhisi ilk olarak orada kondu. İlk müdahaleler yapıldı, göz damlaları verildi. Tansiyon dengelendikten sonra düzenli olarak kontrole gelmem istendi. Üç ayda bir hastaneye kontrole gittim.

İlk iki yıl hem damlalarımı düzenli kullanmıştım hem de kontrollerimi aksatmamıştım. Hiçbir sorun yaşamadım. İki sene sonra damla kullanmayı bıraktım. Aniden. Kendi kendime. Elimdeki damlalar bitmişti, eczaneye gidip almam gerekiyordu. Ben o dönem hastalığın ciddiyetinin farkında değildim. Nasıl olsa iyiyim, bir şey olmuyor diyerek damlaları yenileme gereği duymadım. İki ay kadar sonra bir gece yine akut atak, sağ gözde görüntü gitti. Kıpkırmızı bir gözle kalakaldım evde gecenin bir yarısı. O dönem yaşadığım yerde yakınımda bir göz hastanesi yok. Eczaneye gidip daha önce kullandığım iki damlayı aldım, damlattım. Biraz düzelir gibi oldu. O arada da tesadüfen Beyoğlu Göz Hastanesi’ni buldum. 24 saat açıkmış hastane. Randevu almadan acilden giriş yaptım. Muayene eden asistan hekim, tansiyonla ilgili bir sorunum olmadığını, gözümün mikrop kaptığını söyledi. Buna yönelik bir damla verdi, 10 gün sonra kontrole gelmemi istedi. Hem glokom damlalarımı hem de mikrop için verilen damlayı kullanıyordum. Gündüz bir sorun olmuyordu ama gece gözümdeki görüntü yine bozuluyordu. Hastaneye gidip bunu doktora sordum. Mikrobun gece aktif olduğunu söyledi. Bu şekilde yaklaşık bir hafta geçti. Kontrole 3 gün kala gözümdeki görme sorunu iyice rahatsız edince, yakınımdaki bir hastaneye gittim. Muayene eden doktor, göz tansiyonumun çok yüksek olduğunu, acilen göz hastanesinde tedaviye başlamam gerektiğini söyledi. Beni hemen acil bölümünde sedyeye yatırıp serum bağladılar. İki ünite serum, iki adet tansiyon düşürücü ve göz damlalarına rağmen son ölçülen tansiyon değeri 45’ti! Artık öncesinde nasıl bir yükselmişse... Ve ben o yüksek tansiyonla geçirmişim bir haftayı.

Burada asistan hekimin hatası mı vardır? Belki vardır, bilmiyorum. Ama olmayabilir de. Tansiyon ölçümü kullanılan aletin adı tonometredir. Göz tansiyonunu ölçmek için 4 farklı tonometre kullanıldığını okumuştum ama genellikle iki tip tonometre kullanıldığını gördüm: Bunlardan ilki ve en yaygını, hava üfler (Non-kontakt) tonometre. Adından da anlaşılacağı gibi gözün içine hava üfleyerek tansiyon değeri belirlenir. Daha doğrusu iddia bu yönde. O aletler hiçbir şekilde doğru değer göstermez, hatta yüksek tansiyonu ölçemez. Defalarca akut atak geçirirken gittiğim hastanelerde o hava üfler tonometrelerle tansiyon ölçmeye çalıştılar ve hiçbirinde de makine ölçüm yapamadı. O zaman anlıyordum ki tansiyon değerim 40’un üzerinde. Çok net bir şey söyleyebilirim: Hava üfler tonometre ile yapılan ölçüm sonuçlarının yazılı olduğu kağıdı yırtıp atın, o cihazla teşhis koyulduysa da koşarak uzaklaşın oradan. Gördüğüm diğer tonometre ise Aplanasyon Tonometrisi veya Goldmann Tonometresi  diye geçen tonometre. Ben buna genelde kısaca dijital tonometre diyorum ama aslında dijital tonometre daha farklı bir cihaz. Bu ikinci çeşit tonometre, göze anestezik bir damla damlatıldıktan sonra mavi ışık vererek ölçüm yapan bir cihazdır. En doğru değeri de bunlar verir. Beyoğlu Göz Hastanesi’nde de bu tonometrelerden kullanılıyor. Cihazın yanlış sonuç verme gibi bir ihtimali yok, hele ki o derece yükselmiş bir tansiyonda. O asistan doktorun muayenesi sırasında tansiyon değerim düşük olabilir. Damla kullanıyordum sonuçta. Göz tansiyonu yükselip çıkabilir. O an yapılan ölçümle aldığınız sonuç, sürekli aynı değerde kalacağınız anlamına gelmeyebilir. Şunu da yaşadım çünkü ilerleyen zamanda: Rutin kontrol için hastaneye gittim, muayene yapıldı, tansiyonum 15 çıktı ve 3 ay sonra kontrole gelmek üzere hastaneden çıktım. Hastanenin önündeki kafede oturup çay içtim. 10 dakika sonra ilaç raporu almam gerektiğini hatırlayıp tekrar hastaneye girdiğimde floresan lambaların etrafında haleler gördüğümü fark ettim. Bu, tansiyonun yükseldiğini gösteriyor. Hemen servise çıkıp doktora durumu anlattım, hemen ölçüm yapıldı, tansiyon 34! İki ölçüm arasında sadece 10 dakika vardı.

Bu bilgiyi anlatırken “Böyle bir durum da olabilir, bilginiz olsun” demek için anlattım. Yoksa “O ölçüme güvenmeyin, 10 dakika sonra yine çıkar” gibi bir şey söylemiyorum. Benim hastalığımın seyri biraz sıra dışı ve kronikti. Her hastada bu şekilde seyretmiyor süreç. Bu nedenle lütfen ama lütfen boşu boşuna evham yapmayın.

Kaldığım yerden devam edeyim. En son, kontrole 3 gün kala başka bir hastanede tansiyon değeri 45 ölçülmüştü ve bana serum bağlanmıştı. Sonrasında acilen Beyoğlu Göz’e gittim ve uzun süre devam edecek olan tedavi sürecim başladı. Gerçekten çok sıkıntılı, kabus gibi bir süreç yaşadım ben. Hastaneye gidiyorum, doktor ilaç veriyor, 1 hafta sonra kontrole çağırıyor, daha o gece fırlamış bir tansiyonla acilden giriş yapıyorum hastaneye. Sabah tekrar doktora gidiyorum. Yapılan işlemlerin çoğu pek bir işe yaramıyordu. Bir sürü farklı damla denedik. Her seferinde birkaç gün sonraya randevu verildi ve ben her seferinde aynı gece acilden giriş yaptım. Birkaç ay sürdü bu böyle. Bu da yine sizi korkutmasın. Bunu anlatmamın sebebi şu: Hani demiştim ya ilk iki yıl hiçbir sorun yaşamadım diye, eğer damlalarımı aynı şekilde düzenli kullansaydım ve kontrollerimi aksatmasaydım, bunların hiçbirini yaşamayacaktım. Damlaları kendi kendime bıraktığım, başka bir deyişle tedaviye devam etmediğim için oldu tüm bunlar. Glokom hastaları, buradan şu sonucu çıkarmalı: Glokom, hafife alınamayacak kadar ciddi bir hastalıktır. Tedavi hiçbir şekilde kesilmemeli, rutin kontroller aksatılmamalıdır. Doktorun verdiği ilaçlar, damlalar düzenli olarak kullanılmalıdır. Doktorun bilgisi ve onayı dışında bir şey yapılmamalı, başına buyruk hareket edilmemelidir. Tüm bunlara dikkat edilirse korkmaya, endişe etmeye hiç gerek yok.

Damlalar fayda etmeyince, bu kez daha önceki yazımda bahsettiğim iridotomi işlemi yapılmasına karar verildi. Bende bu işlem de işe yaramadı. Detaylarını o yazıda anlatmıştım. Sonrasında ALPI yapıldı (o yazıda bu da var). En son olarak doktorum yine ilaçlarımı değiştirdi. Bu işlemlerin ardından yapılan ilaç değişikliğiyle beraber göz tansiyonum aylar sonra dengelendi. Ben o birkaç ay içerinde hemen her gün hastaneye gittim. Neredeyse orada yatıp kalkıyordum artık, hatta gece acilden girip serum bağlattığım, geceyi hastanede geçirdiğim de oldu.

Tabii bu kadar tansiyon yükselmesi sonucunda sağ gözümde %20 oranında bir görme kaybı oluştu. Çünkü her yükselen tansiyonla birlikte göz sinirleri üzerinde basınç oluşuyor, bu basınç nedeniyle sinirler hasar görüyor, dolayısıyla görme yetisini de kaybediyordu.

Tansiyon dengelendikten sonra uzunca bir süre damlalarımı düzenli kullandım ve herhangi bir sorun yaşamadım. Bu olaylardan bir sene sonra İstanbul’dan taşındım, Muğla’ya yerleştim. Bu kez kontroller için buradaki bir hastaneye gitmeye başladım. Taşındıktan 3 sene kadar sonra bir gece damla kullanmayı unutunca, tansiyonum tekrar çıktı. Sonrasında yine düzenli kullanmaya devam ettim ama bir dengesizlik oluşmuştu. Birkaç kez gece yüksek tansiyonla hastaneye gidip serum bağlattığım oldu. 

Glokomda göz tansiyonu genellikle gece yükseliyor. Gündüz yükselmesi çok nadir olmuştur bende. Gündüz yükselmez demiyorum, yükselebilir. Çoğunlukla gece oluyor bu ama. Bunun nedenlerinden biri karanlık. Işık değişimi, tansiyonun oynamasına neden olabiliyor. Örneğin odanın ışığı kapalıyken televizyon izlemek, glokomlu gözü rahatsız ettiği gibi baş ağrısı, baş dönmesi de yapabiliyor. Tansiyonun yükselmesine de neden olabiliyor. Aynı şekilde karanlık ortamda telefon ekranına bakmak. Bir dönem sinemaya gidemedim örneğin; zira salonun karanlığında perdeye vuran o kuvvetli yapay ışık hem gözümü rahatsız ediyor hem baş dönmesi yapıyor hem de tansiyonumu yükseltiyordu. Her glokom hastasında bunlar olmayabilir. Hastalığını çok daha rahat ve kolay geçiren hastalar var. Yine de karanlık ortamda televizyon, bilgisayar, telefon ekranına bakmamanızı, mümkünse ekrana bakarken odayı yeterli şekilde aydınlatmanızı öneririm. Sinema konusuna bir şey söyleyemem. Hiç etkilenmediği için rahatça sinemaya gidebilen çok kişi tanıdım.

Kasım 2020’de Fethiye’de yapılan kontrollerde hem glokomun hayli ilerlemiş olduğu görüldü hem de katarakt başlangıcı tespit edildi. Doktorum çok net bir şekilde ameliyat olmam gerektiğini, böyle bir ameliyat için de bu çevrede herhangi bir yer tavsiye etmediğini söyledi. İmkânım varsa İstanbul’a gitmemi önerdi. Bugünün geleceğini biliyordum, ne zaman gelecek diye yaşıyordum açıkçası. Büyük sürpriz olmadı bana. 

2015 yılında Beyoğlu Göz’de süren tedavim sırasında doktorlarımla konuşmuştuk. Glokom Tedavisi başlıklı yazımda kısaca bahsetmiştim, böyle bir ameliyat için yaşım genç olduğundan, ameliyatı son seçenek olarak kenarda tutuyordu doktorlarım. O tarihte 39 yaşındaydım. Doktorlarımdan birinin “Ufukta ameliyat var” dediğini hatırlıyorum.

Glokom ameliyatı riskli midir? Neden doktorlar o dönem ameliyata yanaşmadı? Genç yaşta glokom ameliyatı olmak sakıncalı mıdır? Yine aynı şeyi söyleyeceğim: Tıpta riski olmayan hiçbir tedavi yoktur. Basit bir diş ağrısı için dünyada en çok kullanılan antibiyotiği alırsınız, bu da bir risk taşır. Hemen herkesin kullandığı ağrı kesicinin prospektüsünü okuduğunuzda, panik atağı tetikleyebilecek bilgiler bulabilirsiniz. En basit ilaç için durum buyken, cerrahi bir operasyon için risk faktörü kaçınılmazdır. Glokom ameliyatının biraz daha sıkıntılı bir yanı varmış ama. İnternette bu konuda her türlü korkutucu bilgi verildiği için bu riskleri burada yazıp iyice korkutmak istemiyorum. Kaldı ki tek çeşit glokom olmadığı gibi aynı çeşit glokom farklı bünyelerde farklı şekillerde seyredebiliyor. Bazı hastalar için ameliyat son derece kolayken, bir başka hasta için sıkıntılı olabiliyor. Zaten doktorunuz da size bu konuda gerekli bilgileri verecektir.

Aralık ayında İstanbul’a gittim. İlk muayeneyi bir hastanede oldum. Muayeneyi bitiren doktor, ameliyat için geç bile kaldığımı, çok daha önce müdahale edilmiş olması gerektiğini söyledi. Bu geç kalmanın nedeni, Fethiye’deyken rutin kontrolümü aksatmış olmam. Tabii bu aksatmanın da sebepleri vardı aslında. Bunlara şimdi değinmek istemiyorum. Bir an önce ameliyat olmam gerektiğini söyledi doktor. Katarakt başlangıcı da olduğu için, önce kataraktı alıp daha sonra duruma göre glokom ameliyatına karar vereceğini belirtti. Bilhassa benim durumumdaki bir hasta için bu ameliyat gerçekten riskliydi ve böyle bir karar için en az bir farklı görüş daha almam gerekiyordu. Hastane ve Doktor Seçimi başlıklı yazımda Dr. Şükrü Bayraktar’dan söz etmiştim. Ben kendisini 2015 yılından beri biliyordum. Kendisinin hem Türkiye’de hem de ABD’de glokom konusunda önemli çalışmaları var. Beyoğlu Göz’deki birçok doktoru da onun yetiştirdiğini biliyordum. Hatta bana o dönem hastanedeki doktorlarımdan biri de önermişti kendisini, “Bir de Şükrü hocamız görsün” diyerek. Açık konuşayım; o dönem ekonomik durumum özel bir muayenehanede bir tedaviyi sürdürebilecek kadar iyi değildi. Üstelik de Şükrü hocanın muayene ücreti, herhangi bir özel muayenehanedeki göz muayenesinden yüksekti. O dönem kendisine gidememiştim ama bu kez bu ameliyat için önce onun da görüşünü almak istedim. Yıllardan beri bildiğim, çokça duyduğum, bu nedenle şahsen tanışmadığım halde güvendiğim bir isimdi Şükrü Bey. Muayeneye gittim. Göz öyle bir noktaya gelmiş ki, Şükrü Bey bu ameliyatı yapmak istemedi önce. Birçok genç doktorun riskli diyerek tercih etmediği ameliyatları rahatlıkla yapan Şükrü Hoca, bana ameliyatımın çok riskli olduğunu ve bu derece riskli bir işe girmek istemediğini söylüyordu. Durumumun ciddiyetini buradan anlayın. Benim için de büyük bir yıkım olmuştu bunu duymak, zira en güvendiğim son noktaydı Şükrü Bey. Ameliyat yerine damla tedavisi denemek istedi. Damla hiçbir etki göstermeyince ameliyat kaçınılmazdı artık. Şükrü Bey, glokomlu gözde önce kataraktı alıp sonra glokom ameliyatı yapmayı tercih etmediğini söyledi.

Burada yine bir ara. Diğer doktorun fikri yanlış mıydı? Tıpta aynı hastalık için farklı çözüm yolları olabilir. Ameliyat yaparken de geçerlidir bu. Her doktor kendi tecrübesine göre bir yol belirler. Bir yöntem denenir örneğin, iyi sonuçlar verdikçe o yönteme devam edilir. Ya da yanlış sonuçlar veriyorsa o yöntem terk edilir. Dolayısıyla ilk doktorumun söylediği şey yanlış olmayabilir. Bu da bir yöntemdir. Nitekim Şükrü Bey de “Ben bun yanlış demiyorum” diye de özellikle vurgulamıştı bana. Onun söylediği şuydu: “Ben glokom ameliyatı yapılacak göze öncesinde katarakt ameliyatı yapmayı tercih etmem. Çünkü benim deneyimlerime göre bir göze kısa aralıklarla yapılacak iki ameliyatta, birinci ameliyat ikincinin başarı şansını düşürür.”

Bu kadar detaylı anlatmamın bir nedeni var elbette. Aynı hastalığa, aynı hastaya, aynı göze iki farklı doktor bakıyor ve iki farklı görüş çıkıyor. Bunlardan ikisi de doğru olabilir, biri doğru diğeri yanlış olabilir, ikisi de yanlış olabilir. Bu nedenle özellikle çok ciddi durumlarda bazen üçüncü bir doktorun görüşünü almak da gerekebilir. Tabii yine tıp bilimini biraz anlamış biri olarak diyebilirim ki, fazla oy alan bir görüş de her zaman doğru olmak zorunda değil. Yani, iki doktor “Önce katarakt alınmalı” derken bir doktor “Bence alınmamalı” diyorsa, çoğunluğun fikri de doğru olmak zorunda değil. İyice kafa karıştırmak değil tabii amacım. “Öyle yapsak olmuyor, böyle yapsak olmuyor” demeyin. Ben sadece iki doktorla görüştüm. Şükrü bey, öteden beri uzmanlığına çok çok güvendiğim isim olduğu için onun önerisini kabul ettim. Burada seçim biraz hastaya kalıyor. Gerekli görürse 5-6 farklı doktordan da görüş alabilir, bunların sonucunda bir karar verebilir. Ben kararımı vermiştim ve vakit kaybetmeden ameliyat için tarih belirledik.

Açıkçası çok korkarak ve gergin bir şekilde girdiğim ameliyat bir hayli başarılı geçti. Ameliyat sonrası kullanmam gereken damlalar verdi doktorum, düzenli şekilde kullandım. Bir iki hafta içindeki kontrollerde tansiyonum 8-10 gibi değerlere düşmüştü. Ameliyattan bir ay sonra bir kontrol daha oldu, onda da herhangi bir sorun çıkmadı. 6 ay sonraki kontrollerde de her şey yolundaydı. Tansiyon değerlerinde bir sıkıntı olmadı. Hatta doktorum bana ameliyat öncesine oranla görmemde iyileşme bile olduğunu söyledi. 8 yıldır kullandığım ve ömrümün sonuna kadar kullanmam gerekeceği söylenen göz damlalarıyla da vedalaştım. Bana en büyük sürpriz bu oldu. Zira Şükrü Bey, ameliyattan önceki konuşmamızda damla kullanmaya devam edeceğimi söylemişti. Üç farklı damlayı gün içinde toplamda 6 kez damlatıyordum. Göz damlasının olmadığı bir hayatı düşünmüyordum artık ilerisi için. Bir yıldır damla kullanmıyorum. Bu aralar yine kontrol zamanım geldi. Bu ay içinde tekrar İstanbul’a gidip Şükrü Bey’e muayene olmayı planlıyorum.  

Benim sürecim böyleydi. Bu blogu ilk yazdığım 2015 yılından bugüne dek, bana ulaşan ve sorular soran çok kişi oldu. Hepsini bilgim ve deneyimlerim dahilinde yanıtlamaya çalıştım. Sık sorulan ve çoğu kişi için ortak olan soruları, daha sonra ayrı bir yazıda tek tek yanıtlamayı düşünüyorum. Umarım o da bir 6 yıl sonra olmaz 😊  

12 Kasım 2015 Perşembe

İridotomi


İridotomi, irise (gözün renkli kısmı) lazerle delik açma işlemidir. Bu işlem neden yapılır? Gözün arka tarafında bulunan göz içi sıvısının, ön tarafa geçip gözden dışarı tahliye edilmesi gerekir. Glokom hastalığının tipine göre, bu göz içi sıvısı ön tarafa geçemeyip gözün üzerinde birikir ve göz sinirleri üzerinde baskı oluşturur. Bu durum, göz tansiyonunun yükselmesine sebep olur. İridotomi denen işlemle, gözün ön tarafından arka tarafına bir delik (kanal) açılır ve göz içi sıvısının buradan tahliye edilmesi amaçlanır.



İridotomi riskli midir, riskleri nelerdir?
Tıp için konuşacak olursak, yuttuğunuz basit bir aspirin bile çeşitli riskler taşır. Kullandığımız göz damlalarının da riski vardır. Hatta gündelik hayatımızda yediğimiz bir elma bile risk taşır. Doğal olarak göze yapılacak bir dış müdahalenin hiç risk taşımaması söz konusu olamaz. Bu riskler; operasyon sırasında veya sonrasında olabileceği gibi, kalıcı körlük de olabilir. Tabii bu sizi korkutmasın. İridotomi işlemi, çoğunlukla sorunsuz bir şekilde yapılıyor. Bahsettiğim risklerin gerçekleşme oranı, dünya genelinde de Türkiye’de de çok çok düşük. Ben bu işlemi yaptırmadan önce, bu riskler konusunda epeyce çekinceliydim ve eczacı bir arkadaşımın da beni yanlış yönlendirmesi sonucu, yaklaşık iki sene kaçtım. O dönem ben de hastalığıma dair yeterli bilgiye sahip değildim, bunun da etkisi oldu. Sonradan yaptığım araştırmalar ve hekimimle konuşmalarım gösterdi ki, iridotomiye dair sayılan riskler, milyonda bir bile olsa gerçekleşme olasılığı bulunduğundan, istatistiki bilgi olarak sıralanır ve hastayla da paylaşılırmış. Yani evet, iridotominin de elbette riski var ama korkmayı gerektirmeyecek oranda düşük. Şöyle söyleyeyim; ben sağ gözümde sorun yaşıyor olmama rağmen, ileride herhangi bir sorun olmaması açısından tedbir amaçlı sol gözüme de gönül rahatlığıyla bu işlemi yaptırdım.

Nasıl oluyor, nelere dikkat etmek gerekir?
İridotmiye geçmeden önce göze bir damla damlatılır. Bu damla, göz bebeğinin küçülmesini sağlar. Damlanın etkisinin görülmesi için bir süre beklenir. Sonra iridotomi odasına geçilir. Gözü uyuşturmak için bir damla daha damlatılır. Daha sonra gözün içine, lens gibi bir alet yerleştirilir. Gözünüz uyuşturulmuş olduğu için, herhangi bir acı hissetmezsiniz, hiç korkmayın. Tıpkı tansiyon ölçümü yapan veya göz muayenesi yapan cihazlar gibi bir cihazla yapılır iridotomi. Aynen tansiyon ölçümünde olduğu gibi çenenizi ve alnınızı cihaza yerleştirirsiniz. Cihazın diğer tarafında oturan hekiminiz size aşağı, yukarı, sağa, sola bakmanızı söyler. Daha sonra bir noktada sabitlersiniz gözünüzü. İşlem başladığında, yani o lazer gözünüze ilk vurduğu anda, “tak” diye bir ses duyarsınız, hatta gözünüze vurulduğunu hissedersiniz. Sakın korkmayın. Parmağınızla elinize vurduğunuzda aldığınız çarpma hissi gibi bir şeydir o. Bu ikisine hazırlıklı olduğunuzda, canınızın hiç yanmayacağını, acı duymayacağınızı göreceksiniz.

İşlem, 15-20 dk kadar sürüyor. Bittiğinde, aşırı yüksek miktarda ışığa maruz kaldığınız için bir süre görmekte zorlanabilirsiniz. Bende böyle olmuştu örneğin ama bir başkası herhangi bir görme sorunu yaşamadığını söylemişti. Bu da kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyor yani. Bir saat kadar sonra tekrar tansiyonunuz ölçülür. Eğer tansiyon normalse, hastaneden/muayenehaneden çıkıp gidersiniz. Gündelik yaşamınıza olumsuz bir etkisi olmaz. Bende görüntünün normale dönmesi, birkaç saati bulmuştu. Hatta bir süre sepya tonunda görüyordum etrafı. Bu da herkeste olan bir durum değil.

Hekiminiz size bir damla verecek iridotomi sonrası. Bu damla, gözün enfeksiyon kapmasını önlemeye yarıyor. Damlanızı aksatmadan kullanın. Benim kullandığım damla üçüncü günde görme sorununa neden olduğu için kesmek zorunda kaldık. Bunun sonucunda da gözüm enfeksiyon kaptı. Şikayetimi anlattığım asistan hekim, gözün mikrop kapmış olabileceğini söylediği halde herhangi bir tedavi uygulamayınca, o enfeksiyon diğer gözüme de sıçradı. Şikayetim üzerine tekrar hastaneye gittiğimde durum fark edildi ve bu kez enfeksiyon giderici bazı damlalar verildi. Yaklaşık 15 gün kadar sonra enfeksiyondan kurtulabildim.

Kesin çözüm müdür, tansiyon yükselmesi son bulur mu?
Daha önceki yazılarımda da söylediğim gibi, tıpta hiçbir şeyin kesinliği yoktur. Yapılan her türlü işlem, kullanılan her türlü ilaçlar, tamamen kişiye özel sonuçlar verir. İstatistikler, dar açılı glokomda iridotominin başarı oranının yüksek olduğunu gösteriyor. Eğer şanslıysanız, iridotomi sonrası tansiyonunuz dengelenmeye başlar. Olumlu sonuç verememesi de mümkün elbette; tıpkı bende olduğu gibi.

İridotomi yapıldıktan 48 saat kadar sonra, yine çok aşırı yükselmiş bir tansiyonla gittim hastaneye. Öncesinde Diazomid adlı hapı kullanıyordum. İridotominin ardından kesmiştik hap kullanımını. Tansiyonun yükseldiğini gören hekimim, “Keşke birden kesmeseydik” diyerek, Diazomid’e yine devam etmemi, ancak azaltarak kesmemi istedi. Öyle yaptım. Bir süre iyi giden tansiyonum, bir ay kadar sonra yine 50-60 gibi değerlere fırladı. Bunun nedeni, işlemin bir işe yaramaması veya hekim hatası değil, tamamen benim gözümün anatomik yapısıyla ilgili. Nitekim birkaç ay sonra ALPİ  (Argon Laser Periferal İridoplasti) denen bir başka lazer operasyon yapılacaktı. O bile işe yaramadı, cerrahi operasyon gerekebileceğini söyledi hekimim.

Kendi yaşadığımı, bir deneyimi aktarmak için paylaştım sizlerle. Yani iridotomi de, tıpkı diğer tedavilerde olduğu gibi bir hastada son derece olumlu sonuç verebiliyorken, bir başka hastada hiçbir işe yaramayabiliyor. İridotomi yaptırdıktan sonra göz tansiyonu hiç yükselmemiş hastalarla tanıştım. Bende olduğu gibi bir işe yaramadığını söyleyen de bir hasta oldu.

Eğer doktorunuz iridotomi yapılması gerektiğini söylemişse, hiç korkmadan ve çekinmeden yaptırın. Aksi durum, sizin için daha kötü sonuçlar doğurabilir.


6 Kasım 2015 Cuma

Glokom Tedavisine Başlarken

Hastalığımızı öğrendik, az çok genel hatlarıyla tanıdık, hastane veya doktor seçimini yaptık, tedavi sürecine başlayacağız. Bu yazıda size “şunları, şunları, şunları yaşayacaksınız” gibi bir bilgi yerine öncelikli olarak bilmeniz gerekenler, yanlış bilinenler, doktor-hasta ilişkisinde bilinmesinde yarar olacak noktalar üzerinde duracağım.

Öncelikle en sık yapılan hatalardan başlayayım. Salt glokom için değil, tüm hastalıklarda düşülen en temel yanılgılardan biri, hastalığa dair araştırma yaparken internetteki abuk subuk tüm forum siteleri dâhil her türlü bilgiyi doğru kabul etmektir. Cem Yılmaz’ın bir oyununda da hicvettiği gibi, “Aynısı kaynımda var” diyerek hastalığa dair bilgi verip öneride bulunan hemen herkese kulak veriyor, onu uygulamaya çalışıyoruz. Bunun neden yanlış olduğunu anlamak için tıp bilimini tanıyalım biraz.

Hekimlerin sıklıkla kullandığı bir söz vardır: “Hastalık yoktur, hasta vardır.” Yani tıp bilimi, bir mühendislik gibi çözüm için kesin formülleri bulunan, ezberlenmiş formüllerle çözüm üretebilen bir bilim değil. Çünkü hastalık, her bünyeye veya hastalığın biçimine göre değişiklik gösteren bir şey. Hastanın yaşı, cinsiyeti, boyu, kilosu, vücut yapısı, daha önce geçirdiği hastalıklar, genetik faktörler, kan grubu, alerjik tepkileri ve daha sayamayacağım yığınla etmen, hastalığın seyrini kişiye özel kılar. Dolayısıyla bir hastalık A kişisinde farklı bir seyir izler, B kişisinde farklı. Örneğin glokomun bile tek bir çeşidi yokken (açık açılı, kapalı açılı vs gibi), aynı çeşit glokom bile her hastada farklı etkiler yapar ve tedavisi tamamen o hastaya özeldir.

Tıp biliminin kesin formüllerle çözüm üretmediğini söyledik. Peki nasıl üretiyor çözümü? Genellikle deneme – yanılma yöntemiyle. Şöyle açalım: Bir hastalık için birden fazla tedavi şekli vardır. Yine ana konumuz glokom üzerinden örnekleyeyim; glokom tedavisinde ilaç, lazer operasyon ve cerrahi müdahale seçenekleri olduğunu yazmıştım daha önce. Bu ilaç tedavisi bile kişiden kişiye göre değişebiliyor. Bir hastada olumlu sonuç veren bir ilaç, başka bir hastada işe yaramayabiliyor örneğin. Hekimler, bir hastalığı teşhis ettikten sonra öncelikle en sık olumlu yanıt veren tedavi yöntemini denerler hasta üzerinde. Sizi kısa bir zaman kontrole çağırmalarının sebebi de budur; denenen tedavi yönteminin işe yarayıp yaramadığını görmek. Eğer istenen sonuç alınmışsa, o tedaviye devam edilir. Sonuç başarılı olmamışsa, diğer yönteme geçilir.

Görüldüğü gibi bir hastalığın standart bir tanımı ve tedavi şekli yoktur. Bu nedenle, hastalığınıza dair araştırma yaparken, o abuk subuk forum sitelerinde yazan bilgileri pek de ciddiye almamanızı öneririm. Bilimsel geçerlilikleri olmadığı gibi, tamamen kişiye özgü bilgiler taşıdığından, muhtemelen size de yanıltıcı bilgiler verecektir. Nitekim başlangıçta bu hataya ben de düştüğümden, tedavimi zora sokacak hatalarda bulunmuştum.

Hiç mi araştırma yapmamak gerek peki? Şöyle söyleyeyim: Araştırma yapmak kesinlikle gerekir ama iki noktaya dikkat ederek; birincisi doğru kaynaklardan araştırmak, ikincisi edinilen bilgilerin genel tanı olduğunu unutmayıp kişiselleştirmemek. Doğru kaynaklar nelerdir? Ben çoğunlukla üniversitelerin ders notlarını, bitirme tezlerini, bilimsel dergilerde yayınlanmış makaleleri okumayı tercih ediyorum. Bunun dışında hastanelerin ve/ya hekimlerin web sitelerinden kabaca bilgi alıyorum. Bunu yapmamın sebebi de şu: Glokom, daha önce de bahsettiğim gibi günümüz olanaklarına göre ömür boyu taşıyacağım bir hastalık. Defalarca başıma geldiği gibi, yine bir gün şehir merkezinden uzakta ve tek başıma olduğum bir zaman göz tansiyonum aniden yükselebilir ve başımın çaresine tek başıma bakmak zorunda kalabilirim. İlaçların etki etmediği bir durumda serum bağlatmak zorunda kalabilirim ve bulunduğum yerde sadece devlet hastanesi varsa, acildeki pratisyen hekimler serumun içeriğini bilmeyebilir. Yaşamadığım bir şey değil bu. Gece yarısı pratisyen hekimi kendim yönlendirerek bağlattım serumu bir keresinde. Araştırma yapmanın bir başka gereği de, örneğin beslenme ve glokom arasındaki ilişkiyi bana hiçbir hekimim söylemedi. Oysa kimi yiyeceklerin glokom hastaları için iyi olduğunu, kimi gıdaların ise glokoma iyi gelmediğini okumuştum. Araştırma yapmak bu yüzden gereklidir elbette ama her okuduğumuzun da kendi durumumuza uygun olmayabileceği gerçeğini göz ardı etmeyerek…

Tam burada önemli bir noktaya da değinmek istiyorum. Tedavi sürecinde doktor-hasta arasında kurulacak iletişim dili, tedavinin sağlıklı ilerlemesi için çok önemlidir. Hekimlerin hemen hepsinin sinirini en çok, “Ben internetten araştırdım, şöyle bir şey varmış” sözleri bozar. Hekiminize kesinlikle böyle bir şey söylememenizi öneririm. Kafanıza takılan konuyu, “Acaba şöyle şöyle şöyle bir şey olabilir mi” şeklinde sorabilirsiniz ama bu da yine internette herhangi bir sitede okuduğunuz, neidüğü belirsiz bilgi olmasın lütfen.

Şunu kesinlikle unutmayın: Hastalığınıza dair en gerçek bilgiyi, sadece tedavinizi sürdüren hekim verebilir. Çünkü o gerekli muayeneleri yapmış, durumunuzu görmüş, sorununuzun ne olup ne olmadığını anlamıştır. Bu yüzden, sağdan soldan gelecek her türlü tavsiyeye, her türlü fikre kulaklarınızı tıkayın ve hekiminizin söyledikleri dışında bir şey yapmayın. Ben, bir eczacı arkadaşımın yanlış yönlendirmesi nedeniyle iridotomi (irise lazerle delik açma işlemi) yaptırmaktan vazgeçtim, iki sene kaçtım ve şimdi tam 11 aydır onun sıkıntısıyla uğraşıyorum. 2015 ilkbaharında yaptırdım tabii ama, bazı şeyler için biraz geç kalmışım.  

Tabii burada gelebilecek itirazları da tahmin edebiliyorum. Her hekimin aynı duyarlılığı göstermediğini, bazen yanlış kararlar verebildiğini, daha da kötüsü hastayı para kaynağı olarak gördüğünü söyleyecekler olacaktır. Kesinlikle doğru. Her hekime aynı şekilde kayıtsız şartsız güvenmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki tıp tarihi, hekimlerin “Üç ay yaşamaz” dediği hastaların 30 sene turp gibi yaşadığını gösteren örneklerle dolu. Burada hastane ve doktor seçimi üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor. Bu konuya da bir önceki yazımda değinmiştim zaten.

Tıp biliminin aşağı yukarı nasıl ilerlediğini gördük. Nelere dikkat edip nelerden kaçınmamız gerektiği konusunda az çok bilgi sahibi olduk. Hekimle kuracağımız iletişim dilinde neye dikkat etmemiz gerektiğini anladık. Bunlara ek olarak bilinmesi gereken bir diğer konu da hasta hakları. Sağlık Bakanlığı’nın web sitesinden hasta haklarının ne olduğunu öğrenebilirsiniz: http://saglik.gov.tr/TR/belge/1-555/hasta-haklari-yonetmeligi.html


25 Ekim 2015 Pazar

Hastane ve Doktor Seçimi

Glokom hastasıyım, hangi doktora veya hastaneye gitmeliyim? Hastane ve doktor seçiminde nelere dikkat etmeliyim? Tedavi ücretleri nedir, nasıldır? Sigortam tedaviyi karşılar mı? Sadece glokom için değil, hemen her hastalıkta sorulan bu sorular, tedavi sürecine başlayacak olan glokom hastaları tarafından sıklık soruldu bana.

Açıkçası ben Türkiye’de sağlık sektöründeki özel kurumların hiçbirine güvenmiyorum. Hem işimle ilgili olarak çok fazla içlerine girip çıktım, hem de kendi deneyimlerimin dışında yakın arkadaşlarımın yaşadıklarına tanık oldum. Bu nedenle özel hastanelerin hiçbirine, hiçbir şekilde güvenmiyorum. Çünkü özel hastaneler bizleri birer hasta olarak değil, tam anlamıyla müşteri olarak görüyor. Onlar açısından öncelikli konu hastanın sağlığı değil, kurumun para kazanabilmesi. Bu nedenle de hiç gerek duyulmayan testler, gereksiz ameliyatlar vb yapıp yüklü bir fatura çıkarabiliyorlar. Hatta hiç yapılmamış işlemleri bile yapılmış gibi gösterip, hastadan bu ücreti tahsil etmeye çalışan özel hastaneler olduğunu biliyorum. Üstelik de Türkiye’de çok büyük üne sahip olan kurumlardan söz ediyorum.

Glokom tedavisi için hiçbir özel hastaneye gitmedim. Giden arkadaşlarımdan edindiğim bilgilere göre, SGK’li hastalar, glokom tedavisinde özel hastanelerden ücretsiz olarak yararlanamıyor. Bir özel hastaneden telefonla aldığım bilgide söylenene göre, SGK’li hastadan alınan fark ücreti, hemen hemen sigortasız hastadan alınan ücrete yakın bir seviyede olabiliyormuş. Film çekiminden, diğer ölçüm ve testlerden alınan katkı payları da, yine yüksek meblağlara ulaşabiliyor. Özel sağlık sigortası olanlar bu konuda daha şanslı. Ama yine de tedaviye başlamadan önce sigortanın neleri kapsayıp neleri kapsamadığını ve hastanenin özel sağlık sigortası olanlardan ücret talep edip etmeyeceğini en başından hastaneyle konuşmak gerektiğini belirtiyor bir başka arkadaşım. Bu konuda onun da ağzı yanmış zira.

Burada bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum: Sigortalı olduğunuz için sizin cebinizden herhangi bir ücret çıkmayacak bile olsa, sonuçta hastane o parayı sigorta şirketinden veya devletten alacağı için, size gereksiz bir sürü işlem yapabilecektir yine de. Bunun örneklerine bizzat tanıklık ettim. Gözle ilgili bir sorun yaşayan arkadaşımın babası için bir özel hastane ameliyat yapılması gerektiğini söyleyip astronomik rakamlar isterken, bir başka hastane hiç böyle bir ameliyata gerek olmadığını belirterek tedaviyi ilaçlarla sürdürdü. Yani “Nasıl olsa parası benim cebimden çıkmıyor” diye düşünmemek gerek. Bu tür işlemler sizin özel sağlık sigortanızı (hastalık kapsamı, primler vs) etkilediği gibi, gereksiz bir ameliyatla sağlığınıza da çok ciddi zararlar verebilir.

Tüm bunlara rağmen “Yok, ben ille de özel hastaneye gitmek istiyorum” diyorsanız, bu alanda zaten isim yapmış kurumlar belli. İstanbul için konuşursak, en bilineni Dünya Göz Hastanesi. Ben burayı sadece 7/24 açık olduğu için, acil durumlarda göz tansiyonumu ölçtürmek için kullanıyorum. Ücretsiz göz tansiyonu ölçümü yapılıyor günün 24 saati. Tabii her şubesinde değil. Altunizade ve Ataköy şubeleri 24 saat açık kesin olarak bildiğim. Buraya glokom şüphesiyle giden bir arkadaşımın aylarca çeşitli testlerden geçtiğini, her gidişinde 1.000-.1500 TL gibi ödeme yaptığını (sigortası yok), hâlâ durumunda bir netlik olmadığını biliyorum. Başka iki arkadaşım da glokom tedavisi için gidiyor. Biri gayet memnun olduğunu söylüyor. Açık açılı glokom olduğundan, zaten göz damlalarıyla hiç zorlanmadan kontrol altına alınabildi tansiyonu.

Sadece glokom için değil, hemen her hastalık için önerim, ya üniversite hastaneleri, ya da eğitim ve araştırma hastaneleri. Glokom özelinde konuşursak, devlet hastanelerinin göz hastalıkları servisinde glokom tedavisi için yeterli donanım zaten bulunmuyor. Dolayısıyla glokom hastalarına yapabilecekleri pek bir şey yok. Bu durumda, yaşadığınız yerde veya en yakın yerdeki üniversite hastanesi göz polikliniklerini tercih edebilirsiniz. Bir diğer alternatif de, bahsettiğim gibi eğitim ve araştırma hastaneleri.

Bizzat gittiğim, tedavimin yapıldığı iki hastane var: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Polikliniği ile Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi


Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İlk akut ataklarımı geçirdiğimde (Ekim 2012) Bursa’daydım. Evim de üniversiteye yakın olduğu için burayı tercih etmiştim. İlk müdahale ve sonrasında bir süre kontrollerim burada yapıldı. Üniversite hastanesi olduğu için, ticari hiçbir kaygı taşımıyorlar ve hastayı sadece hasta olarak görüyorlar. Bursa’da yoğun bir nüfus da olmadığından, hastane fazla kalabalık da değil. İlk olarak asistan hekimler ilgileniyor hastayla. Sonra hocaları; yardımcı doçent, doçent, profesör doktorlar bakıyor durumunuza göre. Aynı anda başınızda 4-5 doktor görmeniz mümkün. Kendinizi gerçek anlamda özel hastanede gibi hissedebiliyorsunuz. Burada asistan hekimlerin eğitimi verildiğinden, hastalığınızla ilgili detaylı inceleme vs yapılıyor. Yani ne sıradan devlet hastanelerindeki gibi bir an önce muayeneyi bitirip sıradaki hastaya bakma telaşı var, ne de özel hastanelerdeki gibi hastayı müşteri olarak görüp gerekli gereksiz testlerle parasını alma eğilimi. SGK’li hastalar, sadece devletin belirlediği cüzi bir katkı payını ödüyorlar eczanede. Sigortası olmayan ücretsiz hastalar için de muayene ücretleri çok çok düşük. Ancak diğer testler ve olası operasyonlar için ek ücret verilip verilmediğini bilmiyorum. Kulak misafiri olduğum bir konuşmada, son derece düşük ücret ödendiğini söylediklerini anımsıyorum. Bu konuda hastane telefonundan gerekli bilgi alınabilir. Web sitesini ziyaret etmek burayı tıklayın 


Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi: Bursa’dan İstanbul'a döndükten sonra hastane araştırmaya başladığımda, tesadüfen buldum burayı. Yaklaşık 11 aydır sık sık gitmek zorunda kaldığım hastane için şunu söyleyebilirim ki, tercih edilecek en iyi göz hastanesi burası. Doğrudan devlete bağlı olduğu için SGK geçiyor ve devletin belirlediği katkı payından başka herhangi bir ücret ödenmesi söz konusu değil. Şimdiye dek çeşitli testler ve birkaç kez lazer operasyon geçirdim, bunların hiçbirine ekstradan ücret ödemedim. Zaten bilindiği gibi SGK’li hastalardan hastanede ücret alınmıyor, ödemeyi eczaneye yapıyorsunuz. Standart reçete parası ve katılım bedeli için ödediğim meblağlar oldukça düşük. Sigortasız hastaların da aynı şekilde çok cüzi ücretler ödediğini biliyorum. Hastanede her türlü donanım var. Ayrıca hekimleri de gerçekten çok çok iyi. Gözle ilgili sorunu olan tüm tanıdıklarıma, hiç tereddütsüz önerdiğim hastane burası. Web sitesi için burayı tıklayın

Burayla ilgili daha detaylı bilgilerin yer aldığı başlı başına bir yazı yazacağım ayrıca.

Bunların haricinde tedavi için bir seçenek daha var: Özel muayenehane. Bana kalırsa, devlete bağlı hastanelerin kalabalığından ve başka nedenlerden ötürü buraları tercih etmeyenler için, özel hastanelerden çok daha iyi bir seçenek özel muayenehane. Elbette özelde her doktora güvenmek mümkün değil ama ille de özel isteyenler için daha iyi bir seçenek gibi geliyor bana. Bu konuda ününü duyduğum, bir ki arkadaşımdan olumlu referans aldığım, araştırmalarımda da gördüğüm bir isim önerebilirim: Dr. Şükrü Bayraktar. Kendisi, Beyoğlu Göz Hastanesi’nin eski hekimlerinden biri. Uzmanlık alanı glokom. 1996 yılında ABD’nin Boston şehrinde Tufts Üniversitesine bağlı “New England Medical Center” glokom bölümünde dünyadaki ilk “Optik Koherens Tomografi-OCT” cihazının geliştirilmesi ve glokomun erken dönemde teşhisi ile ilgili çalışmalar içinde yer aldı. 1997 yılında dünyada üretilen ilk OCT cihazlarından birini Türkiye’ye getirterek glokomda erken teşhis için kullanmaya başladı. 1997 yılında Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Göz Kliniği Şef Yardımcısı oldu. Görevden ayrıldığı 2008 yılına kadar Glokom biriminin sorumlusu olarak çalıştı ve elliyi aşkın Göz Hastalıkları Uzmanının yetişmesine katkı yaptı. Şükrü Bey’in özgeçmişiyle ilgili daha detaylı bilgi almak için burayı tıklayın 



AVANTAJLAR – DEZAVANTAJLAR
Genel olarak hastane ve doktor seçimine dair gözlemlerimi aktarıp önerilerimi sıraladım. Tabii özel sektör ile devlete bağlı kurumlar arasında çeşitli avantajlar ve dezavantajlar da var. Kısaca bunlara değineyim.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, özel sektör bizleri hasta olarak değil, müşteri olarak görüyor. Böyle olunca da kişisel olarak özel sektöre olan güvenim tamamen bitiyor. Devlete bağlı kurumların (üniversite hastaneleri, eğitim ve araştırma hastaneleri) hastaya olan yaklaşımı çoğunlukla tıbbi çerçevede ve güven verici şekilde olsa da, özellikle İstanbul'daki hastanelerde kimi zorlukları da var. Devlet kurumlarının en büyük dezavantajı, hiç şüphesiz ki kalabalık oluşları. Bu, hastanede görev yapan hekimlerin de çok yoğun ve hızlı bir şekilde çalışmasını gerektiriyor. Dolayısıyla bir hastaya uzun uzun ayıracak vakitleri olmuyor. Bir an önce savmaya çalıştıklarını söylemiyorum kesinlikle. Bendeki gibi kronik durumlarda sorunu çözmek için tüm gün uğraşabiliyorlar da. Ancak aynı bölümde birden fazla uzman hekim ve asistan hekim olmasından ötürü, tedaviye sürekli aynı hekimle devam etme şansınız pek olmuyor. Kimi zaman da her hekime aynı bilgiyi tekrar anlatmanız gerekebiliyor. Böyle olunca da, hastalığınıza ve tedavi sürecinize tam anlamıyla vakıf olan bir hekim olmuyor. Ancak dosyanızda yer alan bilgilerden yapılabiliyor takibiniz. Oysa özel muayenehanede böyle bir sorun yok. Sürekli aynı hekimle görüştüğünüzden, size yapılan her şeyi tüm detaylarıyla biliyor. Günün her saati acil bir durumla karşılaştığınızda, telefonla ulaşıp bilgi vermek/almak gibi de bir avantajı var. Muayene sırasında zaman sorununuz da olmadığından, tüm sorularınızın yanıtlarını alabiliyorsunuz. Devlet kurumlarında bu şansınız pek olmuyor. Elbette özel muayenehanede sigorta geçmiyor. Bu da, uzun süreli tedavilerde çok ciddi bir maliyet demek.

Tedavi süreci için doktor ve hastane önerilerim aşağı yukarı böyle. Tedaviye başlamadan önce tüm bunları göz önünde bulundurmanızın, yararınıza olacağına inanıyorum. Tedavi sürecinin nasıl ilerlediği, neler yaşandığı, nelere dikkat edilmesi gerektiği konularına da ilerleyen yazılarımda değineceğim.

Glokom Tedavisi

Hastalığımız teşhis edildi ve tedaviye başlayacağız. Peki, glokom tedavisi nasıl olur? Tedavi edilebilen bir hastalık mıdır? Glokom tedavisinde nelere dikkat etmeliyiz?

Glokom, ne yazık ki geriye dönük olarak tedavi edilen bir hastalık değil. Yani yükselen tansiyon sonrası hasar gören sinir hücrelerinin yol açtığı görme kaybı, geriye döndürülemiyor. Glokom için uygulanan tedavi yöntemleri, hastalığın ilerlemesini önlemeye yarıyor. Tedavideki amaç, tansiyonun yükselmesini önlemek diyebiliriz kısaca. Dolayısıyla glokom teşhisi konmuş bir hastanın, bu hastalığa hiç yakalanmamışçasına kurtulma ve iyileşme şansı, günümüz koşullarında yok ne yazık ki. Glokom teşhisi konduktan sonra hangi tedavi yöntemi uygulanırsa uygulansın, tansiyonunuz dengelenmiş bile olsa, ömür boyu kontrol altında olmak zorundasınız.


Öncelikle, genel olarak glokom tedavisi için üç yöntem vardır. Bunlar;

1) İlaçla tedavi

2) Lazer operasyon

3) Cerrahi operasyon


İLAÇLA TEDAVİ: Burada ilaçtan kasıt, çoğunlukla göz damlalarıdır. Bunun dışında göz içi basıncını (GİB) düşürmek için kullanılan bir hap var. Hekiminiz, hastalığınızın durumuna uygun olarak size çeşitli damlalar önerir. Glokom tedavisinde kullanılan damlaların isimleri az çok biliniyor olmasına rağmen, ben burada herhangi bir ilaç ismi vermekten özellikle kaçınmayı tercih ediyorum. Zira her hastanın durumuna uygun olarak kullanması gereken damlaları, hastanın tedavisini yürüten hekim söylemelidir. Damla veya ilaç ismi vererek, hekim kontrolü dışında bir şey kullanılmasına sebep olmak istemiyorum.

Hekiminizin vereceği damlalar, genellikle GİB’nı düşürerek, tansiyon değerinizi dengede tutar. Bunun dışında GİB’nı düşürmek için kullanılan bir hap var. Bu hapı çok uzun süre kullandırmıyor hekimler genelde. Aniden yükselen ve/veya damlalara rağmen tansiyonun düşmediği durumlarda kullanılıyor. Bir de yine yüksek tansiyon değerlerinde GİB’nı düşürmek için hastaya serum bağlanabiliyor.

Genellikle ilk tercih olarak prostaglandin denilen ilaç grubu kullanılır. Bu gruptaki göz damlaları göz sıvısının gözü terk etmesini kolaylaştıran yeni kanallar açarak göz tansiyonunu %25-30 oranında düşürürler. En önemli avantajları kalp ve akciğer gibi iç organlar üzerinde yan etkiler oluşturmamalarıdır.

Etkinlik açısından ikinci sırada beta blokerler bulunur; bunlar göz içi sıvısının çıkışını değil de göze girişini (yapımını) azaltarak göz tansiyonunu %20-25 oranında düşürürler. Bu moleküller gözde önemli bir yan etki oluşturmazlar, ancak kalpte tekleme, nabız sayısında azalma ve nefes darlığı gibi yan etkileri görülebilir. Bu nedenle kalp yetmezliği ya da astım bronşit durumlarında kullanılmamaları gerekir.

Farklı göz damlaları birlikte kullanılsa bile genellikle göz tansiyonu %40’tan fazla düşürülemez. Bu nedenle örneğin göz tansiyonu 35 olan bir gözde elde edilecek maksimum düşüş 35 × 40/100 = 14 olacaktır, tansiyon 21’e inecektir.

İlaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda ise lazer operasyon veya cerrahi operasyon seçenekleri devreye giriyor.


LAZER OPERASYON: Uzmanlar, dar açılı glokomda lazerin ilk seçilmesi gereken tedavi yöntemi olduğunu söylüyor. Bu özel glokom türünde göz içi sıvısının göz içinde dolaşımı ile ilgili bir sorun vardır, genellikle hipermetrop olan bu gözler nispeten kısa olup göz mercekleri normale göre kalın ve ön kamara denilen odacıkları dardır. Arka kamarada (odacıkta) üretilen sıvı yeterli miktarda öne geçemez ve irisin (renkli tabaka) arkasında birikerek onu öne doğru bombeleştirir ve sıvının gözü terk ettiği kanalların ağızlarının kapanmasına neden olur. “Lazer iridotomi” denen tedavi ile iriste küçük bir delik açılır, bu delik ikinci bir göz bebeği gibi işlev görür. Böylece göz içi sıvısının bozulmuş olan dolaşımı düzeltilir, odalar arası geçiş sağlanarak iristeki öne doğru bombeleşme ortadan kaldırılır ve boşaltım kanallarının ağzı açılmış olur. İşlem damla anestezisi ile oturur vaziyette muayene odasında (ameliyathanede değil) gerçekleştirilir, bir iki dakikada tamamlanır, göz kapatılmaz. Önemli bir yan etkisi yoktur. İşlem sırasında ve sonrası minimal ağrı, batma görülebilir.

Ben iki farklı lazer operasyon geçirdim. Bunlardan ilki, iridotomi denen işlemdi. İridotomi, yukarıda da anlatıldığı gibi, lazerle irise (gözün renkli kısmı) delik açma işlemi. Ancak her tedavi yönteminde olduğu gibi, iridotomi de kesin olarak çözüm olmayabiliyor. Bu, tamamen hastanın ve hastalığın durumu ile ilgili. Bazen ikinci, hatta üçüncü iridotomi yapılması gerekebiliyor.

Bunun dışında bir de Argon Laser Periferal İridoplasti (ALPİ) denen bir başka lazer operasyon çeşidi var. Hekimlerin söylediğine göre akut kapalı açılı glokom tedavisinde uygulanan bir yöntem ALPİ’de, bu kez gözün üst kısmına, kapalı olan kanalın açılması için bir işlem uygulanıyor. İridotomiden yeterli sonuç alınamayınca, ALPİ yapılmasına karar verdi doktor.


İridotomiye dair daha detaylı bilgiyi, sonraki yazılarımda bulabilirsiniz.


CERRAHİ OPERASYON: İlaçla ve/veya lazer operasyonun yeterli gelmediği durumlarda ise cerrahi operasyon kaçınılmaz oluyor. Adından da anlaşılacağı üzere, ameliyathanede operatör doktor tarafından gözünüz ameliyat ediliyor.

Cerrahi operasyonun çoğunlukla 65 yaş üstü hastalarda tercih edildiğini, böyle bir ameliyat için yaşımın (39) çok genç olduğunu söylüyor hekimim.

Sayılan bu üç tedavi yönteminden cerrahi operasyon hariç, diğerlerini son 10 aydır denedik, deniyoruz. Bunlara dair yaşadıklarımı da yine ilerleyen yazılarımda bulacaksınız.

Buraya kadar kısaca ve genel hatlarıyla glokom hastalığının ne olduğuna ve tedavi yöntemlerinin neler olduğuna değindim. Tabii bunlar, hastalığı genel olarak tanımlamak için yapılan anlatımlar. Her glokom hastasının kendine özgü durumu vardır ve bir hastanın deneyimi ile başka bir hastanın deneyimi, birbirinden çok farklı olabilir. Bu konu üzerine ayrıca başlı başına bir yazı yazacağım.